Seyfi Erbaş kişisel sitesi
Seyfi Erbaş Kişisel Blog Sayfası
Tuesday, January 12, 2021
GÜNÜMÜZDE YEREL YÖNETİMLERİN TOPLUMSAL GELİŞMEYE ETKİSİ
Uzun zamandan bu yana yapmış olduğum çalışmaları ilgili
taraflar veya ilgi duyan kesimlerle paylaşmayı bir görev sayıyorum. Bunu yaparken
hem kamuoyunu aydınlatmak hem de belli bir zamandan bu yana görev yapmış
olduğum yerel yönetimlerden kazandığım tecrübelerimi insanlarla paylaşmak ve bu
anlamda tarihe not düşmeyi amaçlamaktayım.
Günümüzde belediyeler
her zamankinden çok daha önemli hale geldi. On milyonlarca insan büyük
kentlerde ilçe ve beldelerde bu kurumlar ile iç içe yaşamak zorundadır. Her ne
kadar Belediyelerin başkan ve belediye meclisleri seçim ile göreve gelseler de
bu kurumlar yasalar ile yönetilen önemli kamu kuruluşlarıdır. Kamu yönetiminin bir parçası olarak tarih
boyunca en hızlı değişen idari yapıların en başında belediyeler gelmektedir. Belediye
hizmetleri tarihsel süreç içerisinde çok hızlı bir değişim gösterdi. Bu durum
aslında zorunlu olarak ortaya çıkan yeni durumlara uyum sağlayabilmek için yapılması
zorunlu olan değişimlerdir ki bu durum olumlu bir sonuçtur.
Belediyecilik kavramı çok eski tarihlerden başlıyor olmasına
rağmen günümüz anlayışı ile yerel yönetimler 1800 yıllardan sonra Avrupa şehirlerinde
uygulanmaya başladı.
Modern belediyecilik uygulamaları şehirleşme olgusu ile birlikte
gelişen bir olgudur. Kabaca olarak tarif edersek şehirler daha küçük alanlarda
daha çok insanın bir arada yaşadığı yerlerdir. Bu durum ortaya yeni yaşam
biçimlerinin yanında farklı sorunlarda ortaya çıkarmıştır. Bu değişimlerin
sonucunda ortaya yeni yönetişim modelleri çıkmıştır.
Ortaya çıkan yeni durumlar ve ihtiyaçlara göre mevzuatlar da bu
ihtiyaçları karşılamak için değişiklik göstermiştir ve bütün bunlar zorunlu
değişikliklerdir.
Zaman ilerledikçe toplumların yapısı da değişmektedir.
Özellikle sanayileşme ile birlikte tarihsel süreç içerisinde çok kısa
sayılabilecek zaman dilimlerinde kentlerde büyük yığılmalar meydana geldi.
Ülkemiz de kentler bütün bu hızlı yığılmaları
karşılayabilecek altyapıdan yoksundu. Daha iyi bir yaşam umudu ile kent ve
çeperlerine yığılan insan kümeleri kendi sorunlarını kent yönetimlerinin
sırtına yüklediler. Daha çok dayanışma duygusu ile hemşeri topluluklarının bir
arada yaşama isteği sonucu olarak, bu hemşeri toplulukları zaman içerisinde
yerel yönetimlerin kimler tarafından yönetileceğinin de ağırlıklı olarak belirleyicisi
oldular. Bu durum kendi doğallığı içerisinde sorun değildir.Ancak zaman
içerisinde ortaya, yönettiği şehirle hemşerileşememe sonucu olarak kamusal hizmetin sunulmasında objektif davranamama
sorununu ortaya çıkarmıştır. Ancak günümüzde üçüncü, dördüncü nesil kuşaklardan
yetişen başkan ve diğer yöneticilerin bu konularda daha başarılı olduğu bir gerçektir.
Genel seçimler ile yerel seçimlerde partilerin almış oldukları oylar da ortaya
çıkan anlamlı farkların temel nedenlerinden en önemlisi tamda yukarıda
anlatmaya çalıştığımız hemşerilik reflekslerinin sonucudur. Bu satırların
yazarı da böyle bir sosyolojinin parçasıdır. İçinde yaşanılan şehirlerle
bütünleşmek maalesef uzun zaman almaktadır. Onun içindir ki özellikle
istanbulda Sivaslı, Trabzonlu, Erzincanlı, Kastamonulu veya Ordulu başkanlar çoğunluktadır.
Bu sonuç tamamen İstanbul nüfusunu oluşturan hemşeri nüfuslarının sayısı ile
orantılıdır.
Bu durumu eleştirdiğimiz sanılmasın. Aksine böyle bir
gerçeklikten hareket edilerek bunu şehirlerin gelişmesi ve içinde yaşayan
insanlar ile empati anlamında avantaj a çevrilebiliriz.
Yeni dünya düzeninde kentlerin önünde her gün yeni yeni
sorunlar ortaya çıkmaktadır. Yeni dönem belediye yönetimleri ortaya çıkan bu
sorunları çözmek için farklı yöntemler uygulamanın yanında birçok yeni uygulama
yöntemlerinden de faydalanmaktadır. Belediyelerin önünde çöp, ulaşım, su
temini, temizlik gibi klasik sorunların dışında yeni kentleşmenin ortaya
çıkardığı farklı sorunlar ile de baş etmek zorunda kalmışlardır. Kültür ve
sanat ihtiyaçlarındaki artış, göçmen sorunları, sağlık, hayvan, çevre,
sorunları gibi bazılarını ekleyebileceğimiz toplumsal duyarlılığımızı artıran
sorunlar ortaya çıkmıştır. Cinsel yönelimleri nedeni ile farklı gruplar
oluşturan insan toplulukları ve onların sağlık,barınma ve güvenlik sorunları
bile günümüz belediyelerinin önünde sorun olarak durmaktadır.
Demek istediğimiz günümüz belediye yönetimleri artık sosyal
belediyecilik özelliklerini daha çok öne çıkarmak zorunda kalmaktadır. Bu durum
mali açıdan belediyeleri zorlamaktadır. Tam da bu noktada kamu kaynaklarının
etkin verimli ve ekonomik olarak kullanılması zorunluluğunun ne kadar önemli ve
hayati bir husus olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Merkezi ikitidarların kötü yönetimlerinin sonucu olarak
ortaya çıkan yoksulluk sorunu ile çoğu zaman belediyeler uğraşmaktadır.Bu durum
zaten mali açıdan sıkıntı içerisinde olan belediyeleri bu sorunlara ayırdıkları
kaynaklar yüzünden sıkıntıya sokmaktadır. Son dönemlerde belediyelerin başarı
karneleri neredeyse bu sorunlara ne kadar eğildikleri ile ölçülmektedir.
Peki bu kadar önemli ve karmaşık yapılarla devasa sorunları
çözmeye çalışan belediye başkan ve meclis üyeleri bu görevlere nasıl
hazırlanıyor? Siyasi partiler seçimler öncesi parti okullarında birtakım
eğitimler yapmış olsalar da bunların çoğu gerçeklikten uzak yasak savmadan
ibarettir.
Teknolojinin ve bilimin bu kadar geliştiği günümüzde küçük
ölçekli şirketler dahi yönetimlerini bu alanda eğitim almış, uluslararası
deneyimleri olan, dil bilen, yönetişim sistemleri konusunda tecrübe edinmiş, temsil
kabiliyeti yüksek insanlar ile çalışmayı tercih etmektedir. Maalesef ülkemizde
tüm siyasi partiler için böyle bir eleme sistemi yoktur. Belediyeler gibi
içerisinde mühendislik, hukuk, yönetim bilimi, maliye, sosyoloji, psikoloji
gibi birçok bilimsel disiplinin konularını barındıran belediye yönetimleri
belirlenirken tamamen sübjektif tercihler öne çıkarılarak adaylar
belirlenmektedir.Bu durum ülkemizin tüm siyasi kesimler için ortak bir
verimsizlik durumudur.
Uygulamada belediye başkanlarının kanundan kaynaklanan
yetkilerini kullanırken, nasıl başına buyruk davrandıklarını, kişisel
tercihlerini gerek işe alımlarda gerek proje tercihlerinde gerekse bürokratik
atamalarda nasıl hoyratça kullandıklarını, liyakat ı ve yeterliliğin nasıl hiçe
sayıldığını, objektif değerlendirmelerden uzak, yukarıda bahsettiğimiz feodal
bir yapının içerisinde olduklarının tüm Türkiye de şahidiyiz.
Durum böyle olunca asıl mesele olan kamu kaynaklarını etkin
kullanma gibi asıl meselenin çok uzağında kalmaktayız. özellikle 1980
darbesinden sonra ülkemizdeki birçok belediyenin yolsuzluk, rüşvet, görevi kötüye
kullanma gibi soruşturma yada gündemlerle konuşuluyor olması bütün bunların
kaçınılmaz bir sonucudur. Yoksa seçim kampanyaları boyunca sıkça kullanılan
şeffaflık, katılımcılık, helal, haram, yetim hakkı gibi büyük büyük iddialı
sözler bir Yeşilçam aşk filmi gibi hatıralarımızda kalmaktadır.Bir sonraki
seçimde aynı sözleri dinlemek için sabırsızlanıyoruz. Olsun ama söylenmesi bile güzel.
Wednesday, March 9, 2011
Friday, April 6, 2007
TRABZON ÜZERİNE BİR ANALİZ
Önce basitten mi başlasak acaba düşünüyorum, yani demek istediğim bundan on sene önce Trabzonlu bir genci değil tetikçi olarak tutmak, ona bunu teklif etmek bile yürek isterken, artık batılı gizli servislerin en kolay tetikçi buldukları bir yer oldu bu hemşerisi olmaktan gurur duyduğumuz prestijli şehrimiz.
Bir şey dikkatimi çekti takip edebildiğim kadarı ile bütün bu olaylara tamamımız kendi ideolojik dünya görüşüşümüz penceresinden baktık, hiçbirimiz acaba böyle mi diye duraksamadık.
Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra bunu planlayanlar acaba amaçlarına ulaştı mı, her şey planladıkları gibi mi oldu, cenaze törenindeki o büyük kalabalığı nasıl tahlil ettiler, nasıl yorumladılar ve en önemlisi bütün bu gelişmelerin hemen arkasından Türkiye’nin önüne 301.madde değişikliğinin konmasını nasıl yorumluyorlar? Şunu anlatmak istiyorum ki, neredeyse Hrant Dink bunu hak etmişti noktasına kadar bu olayı taşıyan, ve kendilerini diğer insanlardan daha milliyetçi diye takdim edenler, bu cinayetle kimin değirmenine su taşınmış olundu diye düşündüler mi acaba?
Büyük devletlerin büyüklüklerinin en önemli özellikleri kendi içinde yaşayan farklı kimlik, inanç ve düşüncedeki insanların yaşam güvencelerini sağlamaktır.
Ayrıca bizler M. Kemal Atatürk gibi düşman bayrağının dahi yerde kalmasına rıza göstermeyecek kadar asil bir insanın ve ulusun çocuklarıyız.
Biz Trabzonlular bütün bu olaylara nasıl bakmamız gerekiyordu acaba? Önceliğimiz ne olmalıydı, Trabzon hemşerisi gibi mi, yoksa Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı gibi mi? Biz Trabzonlular biraz kompleks yaparak olaya daha çok Trabzon penceresinden bakmaya çalışırken asıl büyük sorumluluklarımızı biraz unuttuk gibi.
Trabzonlu bir gencin bu cinayeti işlemesi bizleri derinden üzmüştür tabii ki, ama bütün bunların olacağı zaten belli gibiydi. Rahip Santora, Hrant Dink, Mc Donalds eylemi, linç olayı, bütün bunları doğru tahlil edemediğimiz içindir ki bugün bir Trabzonlu olarak sadece Trabzon penceresinden bakıyoruz olaya. Yoksa bütün bu eylemleri yapacak insanlar memleketin her bölgesinden çıkabilir. Bizlerin asıl ve önemle üzerinde durması gereken mesele TRABZON’DA BU TÜR EYLEMLERİ YAPACAK İNSANLAR NEDEN DAHA KOLAY BULUNABİLİYOR? Meselenin dehşet verici ve incelenmesi gereken boyutu burasıdır.
Bizler buna kendi penceremizden cevap vermeye çalışalım ama takdir sonuçta yine Trabzonlu hemşerilerimizindir.
Öncelikle şehrin bir ekonomik sıkıntısı var. Özellikle son on yılda Türkiye’nin ortalama gelişmişlik düzeyinin çok gerisinde kalmıştır şehrin ekonomik gelişmesi.
Tarih boyunca bir ticaret şehri olan Trabzon bu durumdan çok etkilenmiş olup şehrin dışarıya büyük bir beyin göçü vermesine neden olduğundan, girişimci bir çok hemşerimiz şehri terk etmiştir. Bunu fırsat bilen bir çok yerleşik işveren, bu şehrin gençlerini asgari ücretin yarı parasını hiçbir sosyal güvenliği olmadan haftanın yedi günü çalıştırma insafsızlığını göstermiştir. Bu durumda hem iş bulduğunu zanneden , hem de iş bulamayan gençler mutsuz olmuşlardır.
Ayrıca şehrin rantının tamamını iktidarlarla yakın işbirliğine giren etkin birtakım insanlar uzun yıllardır paylaşıyor durumdadır. Buna şehrin itirazı olmadığı gibi, onlarında bunu paylaşma gibi bir niyetleri yoktur; ayrıca ve önemle vurgulamak istiyorum, bu insanların birçoğunun Trabzonlu olmadığı da bellidir. Son yirmi yıllık şehrin demografik hareketlenmelerine bakılırsa bu açıkça ortaya çıkar. Sizlerin de bildiği gibi şehrin en yoksulu ile en varlıklısı bir futbol sahası kadar bir alanı kapsayan Meydan Parkı’nın etrafında sosyal yaşamını idame ettirir. Güzel bir lüks arabanın hem plakasını, hem sahibini, hem de ne iş yaptığını bütün şehrin gençleri bilir.
İsterseniz biraz daha irdeleyelim şehri,
Sovyetler birliğinin dağılmasından sonra ortaya çıkan durumu hepimiz biliyoruz. Trabzon’un bölgenin merkezi, limanı, havaalanı, modern yaşam tarzı ve bir ticaret merkezi olması nedeni ile dağılan Sovyet Cumhuriyeti’nden gerek ticaret amacı, gerekse fuhuş yapmak için şehrimize yerleşen bir çok yabancı insan, şehrin demografik yapısını, sosyolojik yaşam tarzını değiştirdiği gibi, büyük bir ahlaki erozyona neden olmuştur. Ayrıca en önemlisi bütün bunların sonucunda ortaya çıkan kayıt dışı bir ekonomiyi kontrol etmek isteyen grupların gerek devlet, gerekse kendi aralarındaki çekişmeler sonucunda şehrin genel anlamda huzurunun kaçmasına neden olacak olayların yapılanmaları içinde olmuşlardır.
Genel anlamda ülkemizdeki gençlerin popüler kültürün etkisinde kalmasının doğal bir sonucu olarak, yapı itibariyle daha agresif bir yapıya sahip hemşehrimiz gençlerin etkilenmesi daha kolay olmuştur. 2005 yılının Kasım ayında Trabzon’da gezerken birden şehirdeki sessizliği fark ettiğimde yanımdaki arkadaşlarımın “Kurtlar Vadisi” dizisi başlayacak demesi beni şaşırttığı kadar, bu kadar sanatçı, edebiyatçı, devlet adamı, bürokrat yetiştirmiş olan bu şehrin bu hali beni derinden üzmüştür.
Şunu gözden kaçırmayalım, Artvin’den Ordu’ ya kadar güneyde Gümüşhane, Bayburt, Erzurum hatta Kars, Ardahan, Ağrı, Van gibi illerimizden gerek eğitim, gerek sağlık hizmeti almak amacı ile şehrimiz ile yoğun bir ilişki içinde olan bu insanlar modern bir şehirle karşılaşıyorlardı. Onun için 1980’den sonra şehrimizde çok yoğun tarikat faaliyetleri yürütüldü, şehir insanı kendine yabancılaştı, kendi içinde büyük göç hareketleri yaşayan bu şehrin insanları artık birbirine yabancılaştığı gibi komşuluk bağları zayıflamış, birbirini denetleme özelliğini kaybetmiştir.
Yine son yirmi yıldır güvenlik güçlerimizin Güneydoğu’da PKK terör örgütüne karşı yürüttüğü mücadelede şehit düşen pek çok hemşerisi gencin üzüntüleri ve yarattığı tepkisel ortam, yine son yıllarda Maçka’da yakalanan teröristlerin yarattığı infial;
Yine son yıllarda bölgede yapıldığı iddia edilen misyonerlik faaliyetlerinin açığa çıkmasına dayalı olarak ortaya çıkan psikolojik baskı;
AB sürecinde ülkemize karşı takınılan tutum karşısında iktidarların gerekli tepkileri verememesi sonucunda ortaya çıkan tepkisel ortam;
Yine ülkemizde giderek artan yoksullukların bir nedeninin İMF politikalarının dayatılması sonucunda ortaya çıktığına duyulan inanç gibi bir çok nedeni de sayabiliriz.
4000 yıllık bir tarih, kültür, sanat ve ticaret şehri olan şehrimizin bir gün bu durumlara geleceğine atalarımız asla inanamazdı, kaldı ki Türkiye’nin en büyük üniversitelerinden birine sahipken, diyelim ve bu kuruma bakalım biraz.
Bir ülkede aydınlar korkmaya başladığı an o ülkenin zayıflamaya başladığı andır. Şehirdeki hiçbir sosyal, ekonomik, siyasal, toplumsal olay karşısında tavır alamayan üniversite, kendi öğretim üyelerinin öldürülmelerine karşı bile “Kanarya Sevenler Derneği”nin aldığı tavırdan fazlasını alamamıştır. TAYAD üyesi gençlerin bildiri dağıtmasına karşın onları esnafın birbirlerini çağırarak ve tahrik ederek linç etmeye kalkışması hem Trabzonlu hemşerilerimize yakışmadı, hem de kırmızı çizgilerin geçildiği an olmuştur. Bu demek oluyordu ki, Gazi olayları davasının Trabzon’a alınması ile şehir halkına yüklenmek istenen misyonun meyvelerini alma zamanı idi, ama bu kadar köklü bir geçmişi olan şehir halkı bu tuzağa düşmemeliydi. Şehir halkı, M. Kemal Atatürk’ün de tarif ettiği gibi vatanı için hiç düşünmeden ölür ama 5000 kişi devletin kontrolünde olan 5 genci linç etmeye kalkışmaz ve kimsenin de tetikçisi olmaz, bütün bunlar şehrin demografik yapısının ne kadar değiştiğini gösterdiği gibi üniversitenin ne kadar etkisiz, kendi dünyasında, hiçbir bilimsellik üretmeyen, son yıllarda ülkemizdeki üniversiteler içerisinde sıralamalarda ne kadar alt sıralara düştüğünü ‘zannediyorum otuz dördüncü’ halktan gizlemekle meşguldür. Gerek kendi hocalarının öldürülmesi, gerek linç olayı, gerek rahip cinayeti, Hrant Dink cinayeti gibi bir çok olayda cüppelerini giyebilselerdi şehre çok büyük bir iyilik yapmış olurlardı. Benim bir önerim var önümüzde yaz geliyor. Üniversite kendisine daha büyük bir havuz yapsın Trabzon Fikir Kulübü olarak şezlonglarını biz alacağız, ki onlar kendi dünyalarında mutlu olsunlar ve kampüslerinden çıkmasınlar.
Yine şehrimizden bu kadar suç işlemeye yatkın insanların fazlalığını irdelemeye devam edelim.
Şehrin en büyük sosyolojik olgusu, ekonomik gücü, şehrin markası olan TRABZONSPOR.
Bizler ısrarla Trabzonspor’un şehre zarar verme noktasına geldiğini savunurken, bizleri takımı sabote etmekle suçlayanlar oldu. Şunu bir kez daha ısrarla söylüyoruz, kendimizden daha tutkulu Trabzonsporlu tanımıyoruz, bizi yakından tanıyanlar bunu bilir zaten, bunu ispat etmeye de çalışmıyoruz.
Düşünün bir şehrin futbol takımı 23 yıldır şehre mutsuzluk veriyor. Bir kentin hemşerilerinin tamamı, şehirde yaşayanlar, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında gurbette yaşayan ve başka şehrin hemşerisi olup Trabzonspor taraftarı olan milyonlarca insan her sene şampiyon olunacak diye bütün sosyal yeteneklerinden alıkonularak adeta bloke ediliyor, bütün bunlar şehir insanının, özellikle gençlerin psikolojisini bozduğu gibi genel anlamda şehirde bir mutsuzluk kaynağı olmaktadır.
Her sene şampiyon olacağız diye bu halkı cambaza baktıranlar, daha sonra halkın altından yumurtasını almaktadır ama bunu kimse görememektedir. Bir hakemin yanlış kararı sonucunda otuz bin kişiye önderlik yaparak sokağa döken yerel idareciler, kentin en temel sorunlar karşısında bir kuzu kadar sessiz kalabilişlerdir.
Bırakın bu kentin çocuklarının oynadığı bu mütevazı takım beşinci olsun, onuncu olsun, ama canını dişine taksın, şehrin onuru için oynadığı gibi, kendi takımı üzerine bahis oynamasın, aynı zamanda bu takımın alt yapılarında yine bu şehrin yetenekli çocuklarının yerine yönetici veya kulüpteki etkin insanların birinci ve ikinci derece yakını olan yeteneksiz çocuklar oynamasın, onlarda kendi yeteneklerinde faaliyetlerde bulunsun.
Ayrıca bir kentin spor faaliyetleri sadece futbol branşına indirgenmesin, başka spor dallarında da çalışmalar yapılsın, spora yatkın insanların yetiştiği bu şehirde başka şampiyonlar yetişsin.
Ve ayrıca futbol endüstrisinden şehrin ekonomik refahına pozitif yönde nasıl katkı sağlanır onun üzerinde durulsun, nasıl oluyor da dünya şampiyonu olan Trabzon Lisesi futbol takımından Trabzonspor da hiç futbolcu oynamıyor bu irdelensin.
Uzun yıllardan beri Trabzon’da görev yapan merkezi ve yerel idarecilerin kentin etkinliğini karşılayacak düzeyde bilgi ve tecrübede olmaması, şehrimizin ayrı bir talihsizliğidir.şu da önemlidir, son dönemlerde olduğu gibi olayları sadece bir güvenlik sorunu olarak ele almak ve sorumluluğu emniyet teşkilatının omuzlarına yüklemek hem haksızlık,hem de olayların toplumsal,sosyolojik,ekonomik,ve uluslararası boyutlarını gözden kaçırmak girişimi olur kanaatindeyim.
Ayrıca önemle belirtmek istiyorum, 1980’den sonraki siyasal yapılanmada seçilen politikacıların, halkın çok gerisinde kalmış, etkisiz, Trabzon’un ağırlığını hükümetlere taşıyacak yetenekten yoksun olması da başka bir nedendir. Kentin etkin kurumları ve onların yöneticilerinin iktidarlarla çok yakın işbirliği içinde olmaları da şehrin ekonomik gelişmesine etkin rol oynamamış olup, kendi gelişimlerinin önünü açabilmiştir ancak.
Son yirmi yılda politika içinde olan bir çok yapının nasıl iktidarlarla beraber dönüş yaptıklarını araştırırsak sosyal ve siyasal erozyonu daha iyi görürüz, bütün bu durumlarda gençlerin hata yapması daha kolaydır diye düşünüyorum.
Daha bir çok neden sayabiliriz, ayrıca birçok insanın söylediği nedenler de doğrudur, bizim söylediklerimiz de bir kısmını ifade ediyordur muhtemelen, ayrıca başka nedenlerde sıralayabiliriz.
Tabii ki çözüm önerilerimizde olacaktır umarım ileride bunları da konuşma fırsatı olur.
Ama güzel ve prestijli şehrimizin sorunlarını genel anlamda ülkemizin sorunlarından ayırmak olası değil, son yıllarda şehrimizin birkaç olumsuz olayla anılması bizi üzmüştür. Ama gerek yazılı basın, gerekse görsel medyanın şehrimiz üzerine bu kadar acımasız gelmesi ayrı bir talihsizlik olmuştur. Bütün bu büyük güçlere karşı bu şehrin mütevazı çocukları karşı durmanın gayreti içerisinde mücadele ederken, ki sizlerde bunlara şahitsiniz, Trabzon’un prestijinden faydalanıp makam ve servet sahibi olan çok önemli hemşehrilerimizin suskunluğu çok daha garip ve anlamlıdır.
Bizler bu suskunluklarının nedenini kendi aramızda konuşurken, acaba iktidar ne düşünür ikilemine düştükleri kanaatine vardığımızı ayrıca ifade etmeliyim.
Ayrıca bildiğiniz gibi Trabzon’da gerçekleştirdiğimiz aydınlar buluşmasında doğru veya yanlış, eksik yada fazla, bu şehrin hemşerileri şehirleri ile ilgili bir çalışma yaptık, belli ki herkesin niyeti şehrime olumlu yönde nasıl katkı veririm noktasındaydı ve bu kadar basitti.
Ama gördük ki bunu eleştirenler olduğu gibi bu insanları yerden yere vuranlarda oldu, ben hepsine saygı duyuyorum ama söylemeden edemeyeceğim, ki buna çok güldüm,
Trabzon’daki toplantıdan sonra alelacele Ticaret ve Sanayi Odası’nın toplanıp Trabzon’a el koyması, Nuray Mert gibi çok yürekli bir hemşehrisi değerli bir gazetecinin ismini dahi hatırlayamayan bu iki yaşlı adamın gazetelerdeki fotoğrafı gerçekten görülmeye değerdi. Ve bunlar gerçekten Trabzon’a el koymuştu ve o el hala Trabzon’un üzerindedir.
Bütün bu hızlı dönüşüm içerisinde bizler, daha soğukkanlı olmalıyız. Toplumun önderleri ve özellikle aydınlarımız daha cesur olmalılar diye düşünüyorum.
Kafkasya ve Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını ele geçirmek isteyen süper güçler memleketimizi zayıf düşürmek için ellerinden geleni yapacaktır. Bizlerin görevi onlara kızmak değil, Büyük Önder’in dediği gibi çalışmak ve çalışmak olmalıdır. Yoksa hamasi nutuklarla vatan sevilmezde,korunamazda.
Bütün bunları söyledikten sonra, inşallah ileriki günlerde neler yapabiliriz veya neler yapıyoruz konularını görüşürüz,
Her zaman söylüyorum şehrin inanılmaz dinamikleri var ve muhteşem bir basın var. İyi ki de var, birde bütün bu olumsuzluklara rağmen böyle geleneği olan bir basınımız olmasaydı ve bu kadar çalışma şartlarının zorluğuna rağmen, hepsine teşekkür ediyorum, ayrıca sizlere de.
Dünyanın oluşumundan beri bir sahil şehri olan Trabzon’un otoyol projesi ile nasıl denizden koparıldığını yaşadık, şehre ve şehrin hemşerilerine saplanan bu hançere dahi karşı koyamayacak kadar demokratik tepki yeteneklerinin köreldiği bir toplumu dönüştürmeye çalışmak çok zordur tabi ki,
Ama bu sezon bir hakem hatasından sonra uzun sokakta şehrin önderlerinin arkasında 40.000 kişinin yürüdüğünü görürsek de şaşırmayalım.
Ama yumurtaları yine başkaları yiyecek tabi ki
Saygılar sunuyorum